20 Ekim 2024 Pazar

 bir tuval

üzerindeki renkler ahenkle dans içinde

aidiyet kokuyor buram buram

her bir renk öbürüyle


Serengeti’de bir nehir yosunu 

Poitiers’te yaşamak istese ne fayda

yakıt mıdır ki arzu her vakit ulaşmaya


bu kez sigaramı değil sükunetimi yaktım



görmek bilene

elzem değil hoyrat yamalar

Merhaba

 merhaba unuttuğum her şey

acıyı derinden yaşadım

unutmanın cezası

hatırlamanın iç çekişi

yollar bitsin diye değilmiş

mübalağa büyük bir zehirmiş

kayıp kazanç heybede zaten ama

eksilerle dolu bir sayfayla karşılaşırsan

vur ateşi yak


kaçık akıla suç bulamam

kaçırana da bulamam aslında

hayat yarattığımız büyük dağlardan ibaret değilmiş 

görmek isteyince zor olan bir şey yokmuş

olacak zaten olurmuş

zehir de panzehir de kendimizdeymiş

seni çok özlemiştim hoşgeldin 

iyileşmek çok yakında 

ZAMAN

 keşke hiç yaşanmasaydı dediğim ânım yok

en midemi söküp alanı bile

en tehlikeli varlığın

sonsuz yokluğun

gelip çattığı âna kadar

insan olmasına rağmen


masumiyet, merhamet 

deccal, azrail

yüzde yüz görme engelli birinin

zamanla görebilmesi gibi


ZAMAN


ilaç mıdır zehir mi

yıkılan hayal mi

kaçan akıl mı

yoksa bıkkın bir ömürden mi ibaret


irdelemenin dibe çekişi

derinlerin derinindeki o bataklıkta

boğulup gitmenin verdiği haz

gittikçe kendini yok etmenin hezimeti


ben buradayım

kendimi var ettiğim ana kadar

zarar da benim ziyan da

yok olup gittiğim ana kadar

2 Mart 2024

pusuya yatmış vakit kolluyor

atamadığım çığlıklar

neşe saçmaya ne var

aynalar da kandırılırlar


al başını git

nereye kadar deme

yol bilir biteceği yeri

ya da bunların hepsi bir safsata 

anlam yüklemeye başlayınca insan

gerçeklere kör olmaya başlıyor 

yüzleşmek daha kolay oysa

çözülmesi gereken düğüm bariz iken

apaçık yanlışları zorlamak..

Kendime

 nefes almamla içime dolan o his

uğramaz oldu aylardır yakınıma

savruk bir döngü gitti gider

e kandırmaca da bir yere kadar


uğultu durmak bilmezken

karıştın gittin kalabalığa

gözlerim her yerde seni ararken

saklanıp durdun uzaklarda


bir yerlerde sıkışıp kalmış

ne ışık ne ses

kendi varlığına şüpheyle 

zehir yutuyor zehir kusuyor

umursamaz çoğu şeyi

yorgunluktan

sevmez kimseyi 

bıkkınlıktan


ilmek ilmek söktüğüm

özenle işlenmiş bir dantel


bu bir isyan degil

mübalağa edilmiş bir bıkkınlık 

tat kaçıran eylemler

uyuşmayan benliğe

farkındalık yüceltmez her daim

berrak kafan bir kere bulandıysa

Karanlıktaki Gölge

bir düşü aldım elime 

yazgı sandım kaderime

bulun bu aklı nerede kaybettim

oturdum karanlığı seyrettim


karanlıktaki gölgesin 

konuşuyorsun ama kimse duymuyor

dokunuyorsun ama kimse hissetmiyor

bir kişi dışında….

düşmanısın kendinin esasında


bulun bu aklı nerede kaybettim 


ve kimileri duyumsadı seni 

kimileri duyumsadığını sandı… safsata 


çay kaşığı, balkon perdesi, peygamber kılıcı, zigon sehpa


buz gibi bir karanlık 

ner’de bıraktım aklımı

kimin bu gölge? karanlıkta yüzüyor

ateşler saçıyor

adeta bir Hephaistos, çirkin mi çirkin

ağlarcasına bir kahkaha

buram-buram yalnızlık


kaos, karmakarışıklık, kaybedilmiş yer-yol

    *akıl* dengini arıyor 


bitmeyecek sözler, dökülemeyecek hisler, anlaşılmayacak hiçbir şey, sonu gelmeyecek her şey 

karanlıktaki bir gölge gibi kimsenin bilmediği

ÇIĞLIK

 Ses tellerim kendinden geçip kopana

Tüm enerjim bitip bayılana

Suratım yetmeyen oksijenden kıpkırmızı kesilene

Gözlerim yuvasından fırlayana kadar 

Maddeye dönüştürdüğüm bir çığlık atmak istiyorum 

İçinde tüm manaları barındıran 


  bir tuval üzerindeki renkler ahenkle dans içinde aidiyet kokuyor buram buram her bir renk öbürüyle Serengeti’de bir nehir yosunu  Poitiers...